10 Mayıs 2019 Cuma

Bir Kitap - Hayat

“İnadına kadın kalın, inadına hayatta kalın!” diyen Anşa Ceyno Gür, “Hayat” romanında işlediği üç kadının dokunaklı hikayesiyle, her okuyanın kendinden bir parça bulacağı harika bir roman ortaya koymuş. Ülkemizin gerçeği, doğu-batı arasında uçurum da olsa, farklı coğrafyalarda, farklı örf ve adetlere göre yetişmiş insanlar da olsak, mesele kadın olduğunda, yaşanılan-yaşatılan ne varsa aynıdır. Hatta uçurumlar dahi ortadan kalkmaktadır.

Ben daha 7 yaşımdayken, bahçede oturmuş arkadaşlarımızla “Kızlar herşeyi yapabilir mi?” diye konuştuğumuzu hatırlıyorum. Erkekler “Tabiki herşeyi yapamaz!” demişlerdi. Birisi “Eline balta alıp odun kesemezler mesela” demişti. Benim aklıma yatmıştı bu fikir. “Evet” diye düşünmüştüm. “O zor bir iş, erkek işi, onu yapamaz kızlar” demiştim. Fakat o yaz tatilinde köye gittiğimizde ananemin elinde bir balta ile odun kestiği o müthiş sahneyi gördüm. O an bir film şeridi gibi gözlerimin önünde hala taptaze duruyor. İşte o gün anladım ki kadın işi - erkek işi diye birşey yok. Kızlar, kadınlar ve anneler o kadar güçlüler ki, tartışmaya da gerek yok çünkü yapamayacakları birşey yok. Kadınların herşeyi yapabileceğine dair olan inancım o gün tamamlanmıştı.

Romandaki kadınlarımız Hayat, Mina ve Jiyan’ın da ortak özelliği güçlü ve düşünen kadınlar olmalarıdır. Yazar, haksızlıkla mücadelelerini kayda değer ölçüde kaleme almış. Aralarındaki güçlü bağın, yaşamlarında karşılaştıkları baskılara, pes etmeden, geri adım atmadan ve birbirlerine destek olmalarıyla kurulmuş olduğuna tanık oluyoruz. Kadınların birleştirici özelliği bu hikayede bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Kitapta kadın vurgusu ön planda çünkü biliyoruz ki kadınlar dünyanın her yerinde daha fazla mağdur olan insanlardır.

Okuyucuda merak uyandıran bu kadınların her birinin hikayesi ayrı notalara basan ama özünde aynı kalp kırgınlıklarının yaşandığı hikayelerdir. Bu birbirinden yaralı kadınların, yaşadıkları olaylar karşısında şaşkınlıkları, üzüntüleri ve yakaladıkları empati duyguları ile kitaba bizi de ortak etmeyi başarıyor.  

Romandaki hangi kadın sensin diye bana sorsalar hepsi diye yanıt verirdim. Çünkü yazar bu üç kadının hikayesini olağanüstü bir kompozisyon bütünlüğünde, o kadar sade ve yalın bir dille anlatmış ki hepsinden bir parça içinizde hissediyorsunuz. Hikayenin başarısı, temposunu bir an bile düşürmeden, yazarın anlatımdaki ustalığı ile zirveye taşınıyor. Bu romana kendimi o kadar çok kaptırdım ki, hiç bitmesin istedim. Bazı satırları içim cız ederek okudum. Başımıza gelmez diye düşündüğümüz ne varsa aslında kolayıkla hepimizin başına gelebileceği gerçeğini anlatan güzel bir roman.

Okuyucuyu, beklenmedik ve sarsıcı bir son bekliyor. Henüz kitabı tamamlamamışken sonuçtan emindim fakat tam bir ters köşe ile yanıldığımı gördüm. Kitapta bir de bir adam karakteri var. Aslında bu adam, bir insandan çok bir zihniyet olarak okura aktarılmak istenmiş. Yazar, erkek egemen dünyanın kadınlar üzerindeki baskısının gittikçe artarak devam etmesine de dikkat çekmiş ve bu amaçla kitabın gelirini STK’lara da bağışlamaktan geri durmamıştır.  

Eşine az rastlanır bir roman arıyorsanız bu kitap yerinde bir tercih olacaktır. Yazarın da deyişiyle “Başka bir kadının yoluna ışık olabilmiş yürekli kadınlara adanmış” bu roman hepimizin romanıdır.

Esenlikler...


2 Mayıs 2018 Çarşamba

Bir Yazı : Canım Aliye Ruhum Filiz


Şöyle yazmış Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali, paylaşmak istedim…

Babam Sabahattin Ali 1948 yılının karlı bir Şubat sabahı benim ve annemin birkaç poz fotoğrafını çektikten sonra Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıktı ve bir daha geri dönmedi. Ölüm haberini neredeyse bir yıl sonra 1949 yılı Ocak ayında gazetecilerden aldık.

Başta her şey usulüne göre halledilmişti. Sabahattin Ali’yi “milli hisleri galeyana geldiğinden” öldürdüğünü iddia eden bir katil vardı ortada, babama ait olduğu söylenen fakat tanınmaz halde olan bir ceset de bulunmuştu. Ne var ki cesedi teşhis etmeye o zaman hayatta olan annesi ve eşi çağrılmadı. Böylece ceset esrarengiz bir şekilde kayboldu. Sabahattin Ali’ye ait bir defin belgesi bile yok. Yani nereye gömüldüğü bilinmiyor. Olayın iç yüzü bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm iktidarlar tarafından ısrarla aydınlatılmadı. Sabahattin Ali 70 yıldır kayıptır.

Sabahattin Ali gibi tanınmış, sevilen bir yazarın hunharca öldürülmesinin yarattığı dehşet ve korku, toplumu suskunluğa sevkederken öte yandan her türlü muhalefeti sindirmeyi vazife bilen karanlık güçlere de cesaret verdi. Her 10 yılda bir tekrarlanan askeri darbeler ile karanlık güçler denen aslında içimizden birileri, diğerlerini yok etmeye devam ettiler. Öldürülen gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, bilim insanlarının ardından toplumda gitgide derinleşen ve hiçbir şekilde tedavi edilmeyecek yaralar açıldı.


Yetmiş yıl sonra gelinen noktada toplum, toptan pasifize edilmiş, her türlü haksızlık, hukuksuzluk, cinayet ve dehşete kanıksamış durumdadır. Ne var ki güneşin her sabah doğması kadar doğal ve değişmez bir gerçek var evrende. Hafıza. İnsan hafızası kaybolan, kaybedilen, yok edilen, yakılan, parçalanan değerlerimizi unutmaz. Onlar, bu kayıp değerler hiç umulmadık bir yerde, umulmadık şekilde toplumun karşısına çıkar ve “susmaktan hiç utanmadınız mı ? “ diye sorar.