29 Temmuz 2016 Cuma

Bir Yazı

Ben hep babama olan hayranlığımı anlatırım. 
Baba-kız durumlarından olsa gerek. 
Annemden fazla bahsetmem nedense. 
Ama bugün biraz ondan bahsedeyim; Sabiş'ten. 
Çocukluğumun bir dönemindeki annemi hiç unutamam. 
Dipdiri, neşeli, kıpır kıpır ve çok güzeldi. 
Babama karşı bitmez tükenmez bir sevgisi ve hayranlığı vardı. 
Ona bir farklı bakardı. 
Gözlerinin içi ışırdı. 
Komikti de annem. 
Ağzımızdan her çıkan kelimeye bir şarkı uydururdu. 
Ama sesi pek yetmediğinden çok komik söylerdi şarkıları. 
Bir de dans ederdi ki hiçbir insanoğlu öyle dans edemez. O da komik.  
Gülerdi sonra kendi kendine. Eğlenirdi kendi haliyle. Özlüyorum o hallerini. 
Bize kızdı mı da "Şimdi balkona çıkıp yangın var diye bağırıcam," derdi. 
Biz de Başak'la kala kalırdık. Çözemez dik ne demeye çalıştığını. 
Ama o amacına ulaşırdı işte. Durdururdu ne yaramazlık yapıyorsak artık.

Kendi bilmez ama hayrandım ben anneme. 
Bir gün ona "Anne sen kaç yaşındasın?" diye sordum. 
Otuz bir yaşında olduğunu söyledi. Demek ki ben de altı yaşımdaymışım. 
O anda niyeyse hayat amacım otuz bir yaşımı görmek oluverdi birden. 
Bir kadının en muhteşem yaşı gibi göründü bana. 
En özgür, en eğlenceli, en deli dolu, en keyifli yaşı... 
Otuz biri geçeli çok oldu.  Bugün kırkı vurdum. 
Annemin otuz birdeki kafasına sanırım ben daha yeni geldim. 
Her kelimeden bir şarkı çıkaramıyorum. Onunki kadar akıllara kazınan bir dansım da yok. Ve ara sıra çatılıverse de kaşlarım (ki o ifade babamdandır) onunki kadar kocaman bir gülümseme yerleşiyor galiba yüzüme…  


Bu ne benim ne de tanıdığım birinin anlattığı bir yazı.
Önce fotoğrafa takıldım.  Sonra yazılmış satırları okudum. 
Beni bu çok etkileyen fotoğraf ve yazıyı paylaşmak istedim.
Facebook'tan alıntıdır. Paylaştığım için sahibi umarım kızmaz. 
Annesini geldiği yaşı itibariyle de o kadar güzel anlatmış ki .... 
Etkilenmemek mümkün değil. 


Çağlayan CLK Boğaziçi , 2016

14 Temmuz 2016 Perşembe

Bir Kitap : Bilinmeyen Adanın Öyküsü

Oldum olası sevmişimdir uzun hikayeleri. İçinde nefis felsefe cümlecikleri barındırırlar. Onları bulup çıkarırsın bir güzel, üzerinde durup düşünürsün, kafanda ekmek hamuru gibi yoğurursun, sonra hayatında bir yerlere koyarsın ve bir de bakmışsın ki “a aaa bu hikaye beni/bizi anlatmış ayol olacak şey değil ? “ dersin ve takır takır oturtursun taşları yerine ya da gediğine... J


Ben zaten bir roman, ya da bir biyografi ve yahut bir siyasi kitap, türü ne olursa olsun okuyup bitirdiğimde  üzerinde 1- 2 gün düşünmeden edemem.  Etkisinden kurtulamadığım romanlar aylarca bile sürebilir. J


Bu kitapla ilgili çok yorum okudum. Beğenenler çoğunlukta. Ben beğenmesem zaten makalesini yazmazdım. Beğenmeyen tarafların ortak özelliği kitabı boş bulmuş ve bir tat, bir haz alamamış olmaları şeklinde.  Eh yani alamazsın çünkü birazcık felsefe özürlüsün demektir.

Mesela  “...Bilmiyor musun ki, kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin...”  gibi bunu anlaman lazım.

Saramago’nun dili ilk etapta biraz garip gelebilir. Çünkü karşılıklı konuşmaları, satır başında tire çekerek başlamıyor. Nokta ve virgülden başka noktalama işareti yok. Düz yazı içersinde,  sadece büyük harf ile başlamasından anlıyoruz ki konuşma sırası diğer kişiye geçiyor. Mesela ;

“Bilinmeyen ada, diye tekrarlamış adam, Saçma, bilinmeyen ada kalmadı artık, Bilinmeyen ada kalmadığını nereden biliyorsun, kral efendi, Haritalarda bütün adalar var, Haritalarda sadece bilinen adalar var, Peki bulmak istediğin bu biinmeyen ada neyin nesi, Bunun cevabını bilseydim ada zaten bilinmeyen olmaktan çıkardı, Bu adayı kimden duydun, diye sormuş kral biraz ciddileşerek, Kimseden, Öyleyse niçin var diye tutturuyorsun, Çok basit, bilinmeyen bir adanın var olmaması imkansız olduğu için." 

Kitap okumak özen işidir. Hele bu kitabı okurken nazar-ı dikkatinizi celbetmeniz gerekir.

Kitabın içeriğindeki çizimlere gelince... Çok başarılı. Aslında o kadar basit çizimler ki. Desen gibi muhteşem. Başarısı şurda; bir okuyorsanız , iki çizimlere bakıp derinliğine dalıp gidiyosunuz.  Şahsen ben kendimi çok dalıp gitmiş buldum. Hissettiklerimi ne kadar anlatsam az gelir, alıp okuyunca daha iyi anlayacaksınız ve bana hakvereceksiniz,  buna eminim...

Kitap hakkında yazanın eline sağlık...

Elimizde neler mi var? Bir kral, bir temizlikçi, bir de bilinmeyen adayı bulmak isteyen bir garip adam. Yaş, isim, ülke, dil... Bunların hiçbiri yok hikayede, işte bu yüzden de küçükken dinlediğimiz masalların tadı var. Bilinmeyen adayı bulmaya kalkan bu adam, bir iken iki oluyor. Kadın da onunla kalmaya karar veriyor. Ve bilinmeyene giden yolda bir karavela, bir adam bir de kadın beliriyor. Hikaye bu kadar. Daha fazlasını da beklemeyin. Adam cesurdu, kraldan bir yelkenli olmasa da karavela kapmayı başarmıştı. Kadın doğuştan denizciydi, adamın açık denizlerdeki pusulasıydı. Onlar bir yolculuğa çıkmaya karar verdi, ve yolculuk hayatları oldu. Asıl hikaye, kitap bitince kendi bilinmeyeninizin ne olduğuna dair sorular ile başlıyor. Kendi hikayenizi kurgularken, en çok vakti de yanınızda kimin olacağını düşünürken harcıyorsunuz.

Eğer siz de bilinmeyen adayı aramaya yola çıkmak üzereyseniz herkesin tüm adalar çoktan bulundu demesine rağmen, ve bir de yanınızda yıkık dökük bir karavelayı size ev yapmaya gönüllü birisi varsa, Saramago sizin için Portekizli eski bir Komünist Partili olmaktan öteye gidecek. Yeter ki siz karar kapısından bir kez çıkagörün. İşte o zaman kendiniz bile bilmiyorken, diğer yarınıza o bilinmeyen adadan bahsetmeye başlayacaksınız.

Alıntıdır –

“Rüya hünerli bir sihirbazdır,varlıkların boyutlarını ve birbirlerine olan uzaklıklarını değiştirir, yanyana uyuyan kişileri ayırır, birbirine uzaktaki kişileri kavuşturur. “

“Beğenmek sahip olmanın en iyi şekli, sahip olmaksa beğenmenin en kötü şekli olsa gerek”

Kitabın Adı : Bilinmeyen Adanın Öyküsü
Kitabın Yazarı : Jose Saramago
Yayınevi : Kırmızı Kedi
Desenler : Birol Bayram
Çeviren : Emrah İmre
Baskı Yılı : 2016

Sayfa Sayısı : 64